DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Emin Ekmen, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın adliyedeki rüşvet iddialarına ilişkin Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) gönderdiği dilekçeyle ilgili “Doğrusu tuz koktu. Malum bir atasözümüzdür: Eti balığı kokmaması için tuzlarız, peki tuz kokarsa ne olur? Bu, tuzun koktuğunun ilanıdır. Ve bu başımıza ilk kez gelmiyor. İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın akıbetini yakından takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum” dedi. Ekmen ayrıca, “Geçen yıl çiftçimize ayrılan toplam hazine desteği, bütçe içerisinde maksimum 50 milyar liraya ulaşmışken Kur Korumalı Mevduat’a (KKM) ödenen para, 700 milyar lirayı geçmiştir. Yani çiftçiye 2,2 milyar dolar destek verilirken KKM’ye bu süre içerisinde ödenen toplam destek, 125 milyar doları geçmiştir” ifadelerini kullandı.
Anka’nın aktardığına göre DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili Ekmen, bugün TBMM’de basın toplantısı düzenledi. Ekmen, şunları söyledi:
“Limon yetiştiren çiftçilerimiz ağaçları kökünden söküyor”
“Mersin, bir hesaplamaya göre, Türkiye meyve-sebze ihtiyacının yüzde 60’ını karşılayabilecek bir potansiyele sahiptir. Mersin’de yapılması gereken tarım yatırımları ülkemizi tarımda sadece kendine yeten değil, aynı zamanda ihracatta da önde giden ülkelerden biri yapabilecekken biz, bugün maalesef Mersin’i tarımda nasıl bir dünya markası yapabileceğimizi değil; Mersin’in can çekişen tarımını nasıl kurtaracağımızı konuşmak zorunda kalıyoruz. Bugün, sizlere çiftçimizin geldiği hali, Mersin’deki limon üreticisinin düştüğü durumu anlatmak istiyorum. Mersin’deki narenciye üretimi, ülkemiz için büyük önem taşımaktadır. Ancak ne yazık ki limon yetiştiren çiftçilerimiz bugün düşük limon fiyatlarından feryat etmekte, limonu zararına veyahut da ücretsiz olarak dahi ağacından toplatıp satamayan çiftçilerimiz, ağaçlarını kökünden sökmektedir.
“İspanya gibi yarıştığımız ülkelerle artık çiftçimiz rekabet edemiyor”
Geçtiğimiz yıl 6 liraya satılan mayer limon, bu sene ancak 1-2 liraya, o da alıcı bulabilirse satılabilmekte; sezonu yaklaşmakta olan enter limonunun da piyasaya girmesiyle birlikte mayer limonunun artık tamamen alıcı bulamayacağını, yani 1 liraya veyahut ücretsiz olarak dahi alıcı bulamayacağını ifade etmek gerekiyor. İç piyasada satılamayan limon, ihraç da edilememektedir. Rekabet gücümüzün kısıtlılığı nedeniyle İspanya gibi yarıştığımız ülkelerle çiftçimiz rekabet edememekte; üreticimiz devlet desteği bulamadığı için ihraç yapamamaktadır. Ve neticede Türk üreticisinin mazot, gübre, ilaç ve iş yeri maliyetleriyle düşen alım gücü, ihracatçının özel destek bulamaması nedeniyle İspanya ile rekabet, artık tarihte kalmış bir duruma dönüşmektedir.
“Çiftçimizin takati kalmadı”
Çiftçilerimiz, limonunu yetiştirirken bin bir cefa çekerken bugün ise adeta ceza çekmektedir, cezalandırılmaktadır. Mezitli’de limon üreticiliği yapan parti teşkilatı mensubumuz Ali Kuşça, ‘Limonumu hibe etsem, limonumu birine bedavaya versem o limon Mersin’deki bir depoya gidene kadar işçiliği, paketlemesi ve nakliyesi için 7-8 lira masraf gerekiyor. Böyle olunca da 20-30 yıldır emek verdiğimiz limon ağaçlarımızı sökmeyi düşünüyoruz’ diyor. Ali Bey, düşünüyor ama sosyal medya, limon ağaçlarını iş makinalarıyla söken videolarla dolu. Çiftçimizin takati kalmadı. Maalesef Türkiye’nin en büyük ihracat kalemi ve iç piyasanın en büyük ihtiyaç kalemi olan narenciye bahçeleri, bugün iş makineleriyle bertaraf ediliyor. Düşünün ki bir aile, yıllar boyu bahçesinden gelen mahsul ile geçiniyor, çocuklarını okutuyor, evlendiriyor. Bir ağaç mahsul versin diye 7-8 sene sabrediyor. Ancak günü geliyor, limonunu 1 liraya bile satamayan çiftçilerimiz, ata mirası limon bahçelerindeki ağaçları sökmek zorunda kalıyor. Tabi belediyeler de hemen buralara imar veriyor ve çok katlı binalarla sadece gıda enflasyonu değil, aynı zamanda ekonomik dengemiz, ekolojik dengemiz bozuluyor.
“Vatandaş, çiftçinin 1 liraya satamadığı limonu, markette 15 liraya alamıyor”
Peki, nasıl oluyor da çiftçinin bahçesinde 1 liraya satamadığı limonu, biz marketten, pazardan 15-20 liraya alıyoruz? Kim kazançlı bu işten? Kim para kazanıyor bu işten? Çiftçi, zararına bile satamıyor. Tüccar, doğru düzgün kâr edemiyor. Nakliyeci, 40 liraya dayanan mazot fiyatından şikayetçi. Marketçi, yüksek asgari ücret, kira ve elektrik enerji giderleri nedeniyle işletme giderlerinden şikayetçi. Ve neticede vatandaş, çiftçinin 1 liraya satamadığı limonu, markette 15 liraya alamıyor. Peki bu işten kim kazanıyor? Bu işin sorumlusu kim? Bir kere daha ifade etmek gerekir ki problemin kaynağı, iş bilmez ekonomi yönetimidir. Basiretsiz kararlarla patlayan işçilik, üretim ve nakliye giderleri, herkesin zarar ettiği; vatandaşın ise ürün alamadığı bu tabloyu oluşturdu. Bugün çiftçiler, para kazanamamakta. Hükümetin 40 liraya dayandırdığı mazot yüzünden nakliyeciler çile çekmekte. Kimsenin bu işten para kazanamamasına rağmen vatandaşımız da ürünü satın alıp tüketememekte. Peki ne oldu da çiftçi bu hale geldi? Cevabı basit. Plansızlık, yükselen üretim maliyetleri ve çiftçiye gösterilen ilgisizlik, bizi bu hale düşürmüştür.
“Gıda enflasyonunu düşürmenin tek yolu, çiftçinin maliyetlerini düşürmek ve çiftçiyi desteklemek”
Hep söylüyoruz, bütçe bir öncelik meselesidir. Geçen yıl çiftçimize ayrılan toplam hazine desteği, bütçe içerisinde maksimum 50 milyar liraya ulaşmışken Kur Korumalı Mevduat’a (KKM) ödenen para, 700 milyar lirayı geçmiştir. Yani çiftçiye 2,2 milyar dolar destek verilirken KKM’ye bu süre içerisinde ödenen toplam destek, 125 milyar doları geçmiştir. Ve bu ekonomik facia, çiftçinin bahçesinde limonunu satamamasına ama Ankara, Balgat, Maltepe pazarında da bir emeklinin 15 liraya limon alamamasına sebebiyet vermiştir. Yapılması gerekenler bellidir. Çiftçimizin ayağa kaldırılması için borçlanma faizi silinmeli ve anapara ödemesi, 2 yıllığına ertelenmelidir. Ziraat Bankası, yeniden çiftçinin bankası olmalıdır, çiftçimize her alanda üretimden pazarlamaya finansman desteğini arttırmalıdır. Unutmayalım ki gıda enflasyonunu düşürmenin tek yolu, çiftçinin maliyetlerini düşürmek ve çiftçiyi desteklemektir. Çiftçi ucuza mal ettiğinde, tüccar ucuza naklettiğinde, marketçi ucuz işletme gideriyle sattığında enflasyon düşecektir. Ve vatandaşımız, sadece Mersin pazarında değil; Ankara’da da İstanbul’da da meyve-sebze ve narenciyeye ucuza erişecektir.
“Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın akıbetini yakından takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum”
Ekmen, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı İsmail Uçar’ın yargıdaki işleyişe dair Hakimler ve Savcılar Kurulu’na (HSK) gönderdiği mektuba ilişkin de şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bu konuda İstanbul Milletvekilimiz, Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanımız da bir soru önergesi Adalet Bakanı’na yönetti. Doğrusu tuz koktu. Malum bir atasözümüzdür: Eti balığı kokmaması için tuzlarız, peki tuz kokarsa ne olur? Bu, tuzun koktuğunun ilanıdır. Ve bu başımıza ilk kez gelmiyor. 1990’larda Susurluk vakası da patladığında benzer olaylar, devlet kayıtlarına geçmişti. Ben açıkçası İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın akıbetini yakından takip etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Büyük bir samimiyetle, içtenlikle, içi yanarak ve feryat ederek yazdığı bu mektubun devamında HSK’nin yayınlanacak ilk kararnamesinde, bu arkadaşımızın durumu ne olacak? Bunu izlememiz gerekiyor ki kendisinin de mektubunda ifade ettiği gibi, sistem içerisinde ‘derin gırtlak’ diye tabir edilen, içi ve canı yananları konuşabilmesi ancak konuşanların korunmasıyla mümkündür. Bu arkadaş, cezalandırılmazsa benzer isyanları görebiliriz. Tabi bu ne kadar siyasi iktidarın işine geliyor, o ayrı bir konu. Vahim olan bir başka konu da şudur ki mektupta sözü geçen olayların tamamı, sayısı az da olsa özgür ve cesur basın mensupları tarafından dile getirmiş konulardır. Hiçbirini ilk defa duymuyoruz. Neredeyse o konuların tamamını vakti zamanında basın mensuplarının haberlerinde, yazılarında ve ekranlarda dilemiştik. Ancak başsavcı, yetkilerini kullandığı halde bu süreci engelleyemiyor ve yönetemiyor ki HSK’ye bir çığlıkta bulunuyor. İkincisi, bu dilekçede bahsi geçen olaylar, ne kadar hızlı ve doğru bir şekilde araştırılacak? Üçüncüsü, bu dilekçede ismi geçen ve geçmeyen konularla ilgili olarak hakim ve savcılara ne yapılacak?
“Bu kadar mafya, hangi ara yetişti, yerleşti? Bu mafyaya kim göz yumdu?”
Biliyorsunuz, birçok siyasi saiklerle açılmış davanın hakim ve savcısı coğrafi teminata aykırı bir şekilde, yer değiştirme cezasına bırakıldı geçmişte. Ankara, İstanbul adliyelerinden Samsun’a, Diyarbakır’a, Van’a sürüldüler adeta. Peki, burada ismi geçen hakim ve savcılar hakkında ne yapılacak? Ve o dosyalar yeniden açılacak mı? Bizi tereddüde sevk eden bir konu da şu oldu: Sayın Yılmaz Tunç, neredeyse olayın üzerinden 5 gün geçtikten sonra bir tweet atmak durumunda kaldı. Oysa bu, günü gününe değerlendirmesi gereken bir konuydu. Açıkçası geçmişte Susurluk döneminde, İtalya’da Temiz Eller’de, Türkiye’de farklı operasyonlarda adeta bu bir başlangıç olabilir mi diye bir beklentiye hep girdik. Bunun da yargının safralarını atması, bağırsaklarını temizlemesi için bir başlangıca dönüp dönmeyeceği noktasında umutla izleyeceğiz. Umudumuz az ama gözümüz bu vakanın, bu dosyanın üzerinde olacak. Ümit ediyorum ki İçişleri Bakanı’nın Sayın Ali Yerlikaya’nın ısrarla vurguladığı yeni bir sayfa, yargı için de geçerli olsun. Sayın Bakan, her gün onlarca mafya operasyonunu yayınlıyor. Sıradan bir vatandaş olarak ilk aklımıza gelen şu: Bu kadar mafya, hangi ara yetişti, yerleşti? Hangi ara bu hale geldi? Bu mafyaya kim göz yumdu? Ve biz şu anda da bu mafyayla gerçek anlamda mücadele edildiğinden ne kadar eminiz? Ancak ümit var olmak istiyoruz, yakından takip edeceğiz.”